Rivayet olunur ki, 18. yüzyılda mutlak monarşi ile yönetilen Prusya’nın Büyük Friedrich diye de anılan kralı ikinci Friedrich, başkent Berlin’de kullandığı iki büyük saraydan sıkılmış ve kendisine bir yazlık saray yapılmasını istemiş.
Ülkeyi “devlet benim” anlayışıyla yöneten ve aynı zamanda “Baş yargıç” sıfatını taşıyan kralın bu talebi üzerine, sahibi olduğu devlet bürokrasisi hemen harekete geçmiş ve Berlin’e 40-50 km uzaklıktaki Potsdam kentinde bir yer bulmuş.
Sarayın yapımda 1747 yılında başlanmış. İnşaatın yapıldığı arazinin bitişiğinde bir değirmen varmış. Kral, artık ne düşündüyse bu değirmeni de saray sınırlarının içine almak istemiş.
Adamları, hemen değirmenciye gitmişler ve yüksek bir meblağ teklif ederek binayı saraya devretmesini istemişler.
Ancak değirmenci “hayır” demiş, “bu değirmen atalarımdan yadigar, ben de çocuklarıma devredeceğim. Değirmenimi vermiyorum!”
Kral durumu öğrenince çok sinirlenmiş. Değirmenciyi huzuruna getirtmiş ve azarlamış. “Unutma” demiş, “ben kralım. İstesem o değirmeni para vermeden de alabilirim! Değirmenci dik durmuş. “Asıl sen unutma” demiş, Berlin’de hakimler var!”
Bu cesaret kralın hoşuna gitmiş ve Prusya var oldukça o değirmenin o aileye ait olmasını istemiş.
Bu çok ünlü bir hikayedir ve “vicdanıyla davranan hakimlerin” sağladıkları hukukun üstünlüğü ile adaletin gücünü vurgulamak için anlatılır.
Elbette “saf hukuk” varsa ve adalet, Prusya’da da olduğu gibi siyasal sistemlere göre uygulanan bir kavram değilse!
Çünkü, mutlak monarşi ile yönetilen Prusya’da kral ikinci Friedrich yasa yapmaya, yönetmeye, yargılamaya, kişiliğinde birleşmiş bu üç kuvveti uygulayacak bürokratik kadroları ve
“koruyacak” orduyu kurmaya yetkili tek kişidir. Berlin’deki hakimlerin, değirmenci şikayet etti diye dava açıp, “gel bir de seni dinleyelim bakalım!” diyebileceği bir huysuz komşu değildir.
Zira, başta da söylediğim gibi, kral, bütün sıfatlarının yanısıra, aynı zamanda ülkenin baş yargıcıdır. Yani, mahkemelerin kurulması, Berlin ve başka yerlerdeki hakimlerin atanması, adalet mekanizmasının işleyiş biçimi tümüyle kendisinin istek ve onayına bağlıdır! Prusya için hukuki bir durum olarak, idam cezası dahil, herkese her türlü cezayı vermeye muktedirdir.
Berlin ya da başka yerlerdeki hakimlerin dağıttığı adalet bunun ardından gelir; bir nevi “düşük yoğunluklu” adalettir!
Değirmencinin Kral’a karşı durup medet umduğu Berlin’deki hakimler dururken, İkinci Friedrich’in, çoğuna bizzat hüküm verdiği dört ayrı çeşit idam cezası uygulandığı anlatılır.
İdam edilecek olan kişi, eğer Kral’a göre suçlu asilzade ise kafası vurulurmuş. Adamlar öldürülürken bile asaletlerine halel gelmemesi istenirmiş anlaşılan!
Hırsızlık ,dolandırıcılık gibi fiilleri işleyen “adi” suçlular asılırmış. Büyücülük, sapkınlık gibi suçların cezası yakılmak, vatana ihanetin cezası ise tekerleğe bağlanıp demir çubukla tek tek uzuvları kırılarak öldürülmekmiş. Bütün bu cezalar, ibreti alem için halka açık infaz edilirmiş.
Hikayedeki gibi, bir değirmencinin kralın yetkilerini tanımamasının, göz göre göre otoritesine karşı çıkmasının da , kralın o an ki öfkesine göre bir bedeli olsa gerek. (Bu bedel , her halde yalnızca beş para almadan krala değirmeni kaptırmak değildir.)
Çünkü, ne olursa olsun, her “rejimin” en hassas olduğu konu kendi otoritesidir.
Zaten bu öyküde değirmenciye söyletilen “Berlin’de hakimler var” sözü, yalnızca o hakimlerin “doğru” karar vereceklerine olan inancı ima eden bir ifade gibi görünüyor.
Kendilerini atayan kral’a karşı, başları belaya girer korkusu olmadan karar verip veremeyecekleri bilinmiyor; ki en büyük olasılık böyle bir ceza verememeleri!
Yassıada ‘da özel mahkeme yargıcının, yargılandığı Adnan Menderes ve sanıklara Hitaben, “sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” sözü, anlaşılan dönemine göre genel geçerliliği olan bir ifadeymiş!
Sonuçta, darbe ya da diktatörlük yönetimlerinde de, Prusya’da da iktidarı tam ele geçirmiş bir kişi ya da oligarşik topluluğun iradesiyle kabul edilmiş ve aynı iradeyle değişebilen yasalar söz konusudur.
“Rejimin ve sahibinin selameti için” bu yasaların bile çiğneyebileceği durumlar ve fiiller gündeme gelebilir.
Bu yasaları uygulayan herkesin ayrı bakış açıları, inançlarına göre belirlenmiş doğruluk ve dürüstlük tanımları, cesur ya da korkak kişilikleri, değişik “vicdanları” vardır.
Aslında, bu efsanevi öyküde asıl yüceltilen muğlak bir mesajla illa ki doğru karar verecekleri var sayılan anılan hakimler değildir.
Yüceltilen, böyle hakimlerin başı olan kraldan başka kimse olamaz.
O kral ki, salt krallık rejimini yürüterek halkına en temel adaletsizlikleri yaşatan kişidir .(Gariban değirmenci, her halde insan haklarının henüz icat edilmediği bir çağda bunun farkında değildi.)
Zaten, Berlin’deki hakimlerle sembolleştirilen hukuk ve adalet duyguları, ilerideki yüz yıllarda o Prusya’nın ardılı Almanya’da, dünyaya, belki de tarihin en kötü örneklerini yaşatacaktır.
Örneğin, Osmanlı sadrazamı Talat Paşa, birinci dünya savaşından sonra “sığındığı” Almanya’da Ermeni tehciri sırasında ailesini kaybettiğini iddia eden bir Ermeni genci tarafından güpegündüz, sokak ortasında vurulmuştur.
Plan program yapılarak taammüden işlenmiş bu cinayetin faili, kendi itirafı ve tanık ifadelerine rağmen Berlin’deki hakimler tarafından beraat ettirilmiştir.
Gerekçe, suikastçinin ailesinden kayıplar dolayısıyla “çok üzgün” olduğudur.
Bu, hakimlerin, yetkileri olmadığı halde tamamen yasama organına ait olması gereken “af çıkarma” yetkisini kullanması anlamına gelir.
Ya da ülkenin o günkü siyasal otoritesinin bilgisi hatta talimatıyla bu kararı almışladır. Oysa ki, Almanya, birinci dünya savaşında müttefiki olan Talat, Enver ve Cemal paşaları İstanbul’dan denizaltı göndererek kaçırmıştır. Ancak Berlin’e yerleşen, sığınma hakkı tanıdığı Talat paşayı yeterince korumamış, muhtemelen konjonktüre uygun olarak öldürülmesine engel olmamıştır.
Bu da o ülkenin suikaste en azından göz yumduğunu düşündürmektedir.
Berlin’deki davanın hakimleri ise, devletin bu siyasal yaklaşımının izinden gitmiştir.
Berlin’deki hakimlerin bundan kısa süre sonra dünyanın başına çöken Nazi belası sırasındaki emir alan- emirleri yerine getiren tavırları ise insanlık tarihine geçmiş bir utançtır.